Üçüncü Dünya Savaşı öncesi bulmam gereken o cam şişe…
Bir süredir Üçüncü Dünya Savaşı konuşuluyor. Fakat benim derdim başka. Üç aydır, ofiste su içmek için kullanacağım bir cam pot arıyorum.
Bir süredir Üçüncü Dünya Savaşı konuşuluyor; ha çıktı ha çıkacak tahlillerinden ziyade, ben zaten bu savaşın içinde olduğumuzu düşünüyorum. Tarih geriye bakarak isimlendirilen bir şey, nitekim birinci ve ikincisi de o savaşın içindekiler tarafından değil, sonradan geriye bakıp bunu tahlil edenler tarafından isimlendirilmiş.
Biz de sanki böyle bir tarihi kırılma yaşıyoruz gibi geliyor bana. Fakat benim derdim başka. Üç aydır, ofiste su içmek için kullanacağım bir cam pot arıyorum. Gezmediğim mağaza, dolaşmadığım internet sitesi kalmadı, bir türlü “işte bu” diyemiyorum.
Ben üç şeyin büyülü olduğuna inanırım. Biri su, biri cam, diğeri de fotoğraf fakat fotoğraf şimdilik konumuz değil.
Konumuz cam ve su.
İkisi de görünmezdir ama dokunabilirsiniz; görünmezlik esasen “yok” olduklarını işaret eder, dokunabilmek ise “var” olduklarını…
Hem suyun hem de camın şeffaflığı, ilkel bir “ilahi” yanılsama doğurur: Varlığını bilirsiniz ama göremezsiniz.
Sıcaklığın madde üzerindeki belirleyici etkisinin, su üzerinde anlaşılması çok kolaydır: Isı kaybederse su donar, katılaşır buz olur; katı haldeki buz ısı alırsa sıvılaşır, suya dönüşür.
Isı, katı her şey üzerinde aşağı yukarı aynı etkiyi yapar yani sıvılaştırır; ısı kaybı ise sıvıyı katılaştırır.
Bir şey hariç: Kum.
Kum yüksek ısıda sıvılaştıktan sonra, ısı kaybıyla yeniden katılaşırken tekrar kuma dönüşmez, aradaki bir “arıza” ortaya camı çıkarır.
Kumu oluşturan kuvars kristalleri, düzgün dizilmiş silikon moleküllerinden oluşan kristal bir yapıdadır. Isıtıldığında, bu moleküller belirli bir sıcaklığa ulaşınca sıvı hale gelirler. Ancak, soğuduklarında tekrar düzenli bir kristal yapı oluşturamazlar ve düzensiz moleküler dizilim nedeniyle cam meydana gelir.
Yani camın hammaddesi olan kum, soğuyup katılaştığında yeniden saydam olmayan katı halini alamaz ve camın şeffaf ve dokunulabilir yapısı ortaya çıkar. Bu, suyun donup buza dönüşmesi gibi görünse de aralarındaki fark kristal yapılarının düzenliliği ve düzensizliğinde yatmaktadır.
İşte camın oluşumu aradaki bu sihirdedir.
Su molekülleri katılaşırken düzenli bir dizilim sergiler fakat camın içindeki moleküler düzensizlik, onu hem var olan hem de görünmez kılan sihirli bir madde yapar.
Bu arada kimyadan sürüne sürüne geçmiş zavallı bir sözelci olarak, bu kadar detayı nerden biliyorum?
Mark Miodownik’in Eşyanın Tabiatı kitabına mutlaka bakın, çok daha fazlasını bulacaksınız; devam edelim.
Camın keşfi insan hayatında büyük değişimlerin önünü açtı. Her şeyden önce mimaride başka bir boyut açıldı. Bugün mimarinin temel ögelerinden birisi olan pencere, camdan önce neredeyse yoktu. Camın icadı öncesi, sıcaktan, soğuktan ve diğer dış etkenlerden korunmak için “katı malzeme”den sığınak, barınak yapan insanların dış dünya ile bağlantıyı kesmekten başka çareleri yoktu.
Şeffaf olduğu için ışığı geçiren fakat aynı zamanda katı olduğu için soğuktan, sıcaktan koruyan cam, mimaride katı malzemenin dışarıyla irtibatı kesen surlarında büyük bir gedik açtı ve ışık içeri girdi.
Müthiş bir aydınlanma metaforu değil mi?
Yeni tekniklerle camın kendisinin de renklendirilebileceği anlaşıldı. Böylece renkli cam ve pencerelerdeki şeffaflık sayesinde katedral vitrayları, mimariyi yeniden kökten değiştirdi. Romalılar camı ısıtıp üfleyerek başka bir form verebildiklerini keşfettiklerindeyse hayat bambaşka bir estetik boyut kazandı. Sadece içilecek sıvıları muhafaza eden katı malzemeden yapılan kupaların, sürahilerin yerini cam malzeme aldı. Mesela o zamana kadar sadece tadıyla var olan şarap artık görünür bir nesneye dönüştü, sıvıların renkleri hayata dahil oldu.
***
Peşine düştüğüm cam su potunu bir türlü bulamayınca, bir noktada “Acaba aradığım gerçekten de bir cam şişe mi?” diye düşünmeye başladım. Ben aslında bir “arzu nesnesi”nin peşindeydim.
Hayatın kaosu ve anlamsızlığı içinde küçük ve anlamlı şeylere tutunma ihtiyacı hissediyoruz. Anlam arayışını büyük meselelerde halledebilmek neredeyse imkânsız, küçük meselelerde anlam daha ulaşılabilir geliyor.
Günümüzün büyük politik ve sosyal sorunları arasında, bireysel rahatlama arayışları bizim için bir kaçış rampası veya gizlenecek kuytu bir orman kulübesi işlevi görüyor. Bir anlamda büyük sorunlarla başa çıkmanın yolu, küçük şeylerde huzur bulmaktan geçiyor.
Günlük nesneler ve ritüellerin zihinsel sağlığımız üzerindeki olumlu etkisi bir noktada bizi bu küçük kaçışlara bağımlı hale getiriyor.
Tam bu farkındalıkla çikolata almak için markete gittiğimde, onca mağazada arayıp da bulamadığım, o tam istediğim cam potu karşımda gördüm. Birdenbire, hiç beklenmedik bir anda ve tam vazgeçmek üzereyken. Sade, ince, uzun, camdan bir kapağı olan, olabildiğince gösterişsiz ve bundan dolayı bir o kadar zarif, basit bir cam pot.
Şimdi elde edilmiş her arzu nesnesinin yaşattığı anlık mutluluk zirvesini gördükten sonra, masamın üzerinde sıradanlaşmasını izliyorum. Bir süre sonra artık o zarif çekiciliği işlevsellik batağında kaybolup gidecek. Her bakışımda, dokunuşumda bana verdiği haz giderek azalacak ve bir noktada belki, masa üzeri yeniden organize edilirken vazgeçilebilir eşyalar arasına katılacak.
Aslında “anlam” o cam potu ararken, onu bulduğumda yaşayacağım mutluluğun peşinden koşmaktan ibaretti. Zor beğeniyor olmamın nedeni, arayış bittiğinde yaşayacağım boşluk hissiyle yüzleşmeyi ötelemeye çalışmaktı.
Üçüncü dünya savaşı arefesinde su ve camın peşinden koşmak anlamsız gelse de hayatın döngüsünden kaçamıyoruz. Büyük savaşların öncesinde, entelektüellerin anlam arayışı genelde bu şekilde olmuş, yaklaşan büyük tehlikeyi görmemek için başlarını diğer tarafa çevirmişler.
Sanırım çözemediğimiz majör sorunlardan kaçmanın yolu, böylesi küçük dertlerle oyalanıp, onların çözümüyle huzur bulmak. Üçüncü Dünya Savaşını engelleyemeyiz ama tam istediğimiz özelliklere sahip bir cam su potu bulup mutlu olabiliriz.
Üslup da fikirler de çok rafine, çok yalın.
Çok tatlı bir yazı olmuş, eline sağlık