HK Kitap Bülteni, Sayı 02
Bu sayının odağında Milan Kundera var. Kundera’nın romanlarında ihanet, sıradan ama sarsıcıdır; hayatın doğal akışında zarif bir kırılmadır.
İhanet deyince çoğumuzun zihninde benzer bir Brütüs imgesi belirir: Sırta saplanan bir hançer, şaşkın bir bakış ve ardından gelen büyük bir çöküş… Aşkın ihlali, dostluğun yıkımı, ideallerin inkârı…
Dramatiktir ihanetler, her ihanetin fırtınalı bir finali vardır. Fakat Milan Kundera’nın romanlarında ihanet, neredeyse hayatın doğal akışında, sıradanlaşmış bir durumdur. Yavaşça gelir, çoğu zaman fark edilmeden gerçekleşir. Bir anlamda “önemsiz ve kaçınılmaz”dır fakat bu önemsizliğinin aksine geride unutulmayacak bir iz bırakır.
Kundera’nın evreninde ihanet, insan doğasının içinden hafifçe süzülen bir tür sızıntıdır. Ne tam bir suçtur ne de kolayca aklanabilir. Bazen bir seçim bile değildir; hayatın çelişkileri, hafızanın ağırlığı, arzuların karmaşası içinde kendiliğinden zuhur eder. Bir bakmışsınız, karakter bir sadakati bozmuş ama bunu yaparken ne pişmandır ne de suçlu; çünkü neye sadık kalması gerektiği bile belirsizleşmiştir hikâyede. Bu belirsizlik Kundera'nın en belirgin anlatı tonudur.
İşbu yazı, tam da bu gri bölgede gezinmeyi amaçlıyor. Kundera’nın romanlarında ihanetin nasıl bir anlam kazandığının, etik, politik ve estetik boyutlarının izini süreceğiz. Çünkü Kundera’da ihanet, yalnızca bir eylem değil, aynı zamanda bir düşünme biçimi, bir hafıza politikası ve çoğu zaman bir hayatta kalma stratejisidir.
Ve belki de en önemlisi, insan olmanın zarif ama kaçınılmaz bir sonucudur.
Haftaya görüşmek üzere…
Harun Kaban
Kundera romanları katmanlıdır, bu katmanlar iç içe geçer. İnsanı sarsan bir yapısı vardır romanların, karakterler bütünlüğünü değil, bölünmüşlüğünü görünür kılarlar. Karakterler yalnızca birine değil, çoğu zaman aynı anda birçok şeye ihanet ederler. Ve bu ihanetlerin her biri, bağırmadan, büyük açıklamalar yapmadan, kimi zaman fark edilmeden gerçekleşir. Belki de bu yüzden zariftirler.
İhanetin Katmanları
Milan Kundera’nın dünyasında ihanet, asla tek boyutlu değildir. Kimi zaman bir sevgiliye sadakatsizliktir kimi zaman bir ülkeye sırt çevirmektir. Kundera'nın karakterleri çoğu zaman kime ihanet ettiklerini bile bilmezler çünkü sadakatin kendisi, karakterlerin zihninde sabit bir değer değildir. Bu belirsizlik, ihanetin yalnızca bir eylem değil, varoluşsal bir durum olarak belirmesine yol açar. Bu durum, dört temel düzlemde görünürlük kazanır:
Kendine İhanet
Kundera karakterleri, çoğu zaman kendi arzularıyla değerleri arasında kalır. Tomas, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde hem kadınlarla olan özgür cinselliğine bağlı kalmak ister hem de Tereza’ya duyduğu derin ama belirsiz sevgiden vazgeçemez. Bu ikilemde ne tam olarak dürüst kalabilir ne de bütünüyle sahte olur; hem dürüsttür hem de sahte. Kendi sınırlarını inkâr ederek yaşar. İhanet burada dışa değil, içe dönüktür: İnsan, kendi kendine sadık kalamayacak kadar karmaşıktır. Tomas ne kadar istese de ne Teresa’ya, Teresa’nın istediği gibi sadık kalabilir, ne de ondan vazgeçebilir. Kundera’nın evreninde bu zıtlık bir anlamda paraleldir; bir zaaf değil, bir doğallıktır.
Geçmişe İhanet
“Unutmak özgürlüktür” der Kundera ama hemen ardından bu özgürlüğün bedelini hatırlatır: Geçmişe ihanet. Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda karakterler, kişisel ve politik geçmişin üzerine bir örtü çekmeye çalışırlar. Hafıza, bazen dayanılmaz bir yük halini alır; onu silmek ise bir kurtuluş gibi görünür. Ama unutulan her şey, aslında bir daha hatırlanmayacak şekilde gömülemez, bir yerlerden sızar ve geçmişi tavan arasında çürümeye bırakır. Unutmak, bilerek yapılan bir tür suskunluktur ama temelde sessiz ve derin bir ihanettir.
Aşka İhanet
Kundera’nın dünyasında aşk tek başına yeterli değildir. Her aşkın içinde potansiyel bir uzaklık, bir kaçış, başka yöne bakış vardır. Sabina, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde hem Franz’a hem Tomas’a bağlanamaz; bağlanmak, kendi kimliğinden ödün vermek olur onun için. Bu yüzden sadakatsizlik bir çeşit özgürlüğe kaçıştır. Kundera, aşkı romantik ideallerin dışında düşünür: Sadakat gerçekten mümkün müdür? Mümkün değilse, aşk dediğimiz şey neyin üzerine kuruludur? Aşka ihanet kaçınılmazdır, aşk sınırların kabulünden ziyade sınırların belirsizleşmesidir.
Ülkeye/İdeolojiye İhanet
Kundera'nın romanları, Doğu Avrupa'nın totaliter geçmişini bir arka plan olarak kullanır, karakterlerin ruhsal çatışmalarının birincil belirleyeni olarak işler. Şaka'da Ludvik’in küçük bir ironiyle başlayan serüveni, onu sistemin düşmanı haline getirir. İroniyle başlayan bir ihanet, ağır politik sonuçlar doğurur. Ama sonra Ludvik’in kendisi de kendi geçmişine, ideallerine, hatta intikam duygularına ihanet eder. Burada ihanet, sadece rejime değil, karşı çıktığın o rejime neden karşı çıktığını bile unutmaktır. Kundera için ideolojik sadakat, çoğu zaman körlüktür, ihanet ise bir tür uyanış.
Şaka
Kundera'nın ilk romanı Şaka, bir yanlış anlamanın trajikomik sonuçlarını anlatır. Genç bir öğrenci olan Ludvik, sevgilisine şaka yollu yazdığı bir kart yüzünden Komünist Parti'den atılır, hayatı altüst olur. Roman, bu olayın ardından yıllar sonra Ludvik’in intikam alma çabasını izlerken, kişisel olan ile politik olanın ne kadar iç içe geçtiğini gösterir.
Şaka, bireysel ironi ile sistematik ciddiyetin çatışmasını ortaya koyar. Ludvik’in şakası, aslında kendi inandığı rejime bir tür entelektüel mesafe koyma çabasıdır fakat bu “zararsız” ironi, sistem tarafından mutlak bir ihanet olarak okunur. İronik bir şekilde, yıllar sonra Ludvik’in kendisi de, intikam almak için aynı derecede ikiyüzlü, küçük düşürücü bir düzen kurar.
Şaka sadece sisteme değil, zamanla kendine ve kendi ilkelerine de ihanet eden bir karakterin romanıdır. Kundera bize, inandığımız her şeyin zamanla nasıl eğilip bükülebileceğini gösterir.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Kundera’nın en çok bilinen romanı olan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, 1968 Prag Baharı'nın siyasal fonunda dört karakterin iç içe geçmiş hayatlarını anlatır: Tomas, Tereza, Sabina ve Franz. Her karakter bir seçim yapar ama o seçimler ne tam olarak doğrudur, ne de kesin bir sadakat taşır.
Bu roman bir tür “ihanet atlası” gibidir. Tomas, özgür cinselliği ve Tereza’ya olan bağı arasında gider gelir. Tereza, Tomas’a duyduğu aşkın ağırlığını taşımaya çalışırken kendi benliğine ihanet eder. Sabina, sadakatten sistematik biçimde kaçar, özgürlük onun için sadakatin yokluğudur ama bu kaçış da bir tür kendine ihanet üretir. Franz ise idealleriyle gerçek arzuları arasında sıkışır.
Romanda kimse öfkeyle, planlı bir kötülükle ihanet etmez. Her şey yavaş, anlaşılır, hatta hak verilebilir biçimde olur. İşte bu, Kundera’nın “zarif ihanet” fikrinin doruk noktasıdır: Sadakat, çoğu zaman dayanılması güç bir yük; ihanet ise neredeyse bir rahatlama gibidir.
Gülünesi Aşklar
Kundera’nın yedi öyküden oluşan bu kitabında, aşk bir ciddiyet değil, çoğu zaman bir oyun, bir taklit, bir yanlış anlama ya da ironi olarak sahneye çıkar. İnsanlar birbirlerini severken aslında neyi sevdiklerini, kimi sevdiklerini ya da neden sevdiklerini çoğu zaman bilmez.
Gülünesi Aşklar’daki karakterler birbirlerine çoğu zaman ciddi duygularla değil, oyunlarla yaklaşır. Bu oyunlar ise kaçınılmaz biçimde küçük ya da büyük ihanetlere dönüşür. Ama bu ihanetler ne dramatik bir yıkım getirir ne de büyük çatışmalara yol açar; aksine, çoğu zaman fark edilmez bile. İnsan, âşık olduğunu zannettiği şeye değil, kendi zihnindeki fanteziye sadıktır. Bu da aşkın içinde saklı bir kendine ihanet barındırır.
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı
Kundera’nın en politik romanlarından biridir Gülüşün ve Unutuşun Kitabı. Birbirine gevşekçe bağlı yedi bölümden oluşur. Romanın dokusu, bireysel anılarla toplumsal unutkanlığın birbirine dolandığı bir hafıza labirentidir. Kundera burada hem ülkesinin tarihine hem kendi kişisel geçmişine edebi bir otopsi yapar.
Bu kitap aslında unutmanın bir ihanet biçimi olduğunu işler. Totaliter sistemin sistematik unutturma çabası, kişisel hafızaların yok edilmesiyle birleşir. Fotoğraflardan silinen insanlar, hatırlanmayan ölümler, yarım kalan aşklar, yitirilmiş kelimeler… Unutmak, sadece geçmişi kaybetmek değil; geçmişe, insanlara ve en önemlisi kendine karşı işlenen bir sadakatsizliktir.
Hatırlamak acı verir, unutmak insanı silikleştirir. Bu ikilemde karakterler, tıpkı okuyucular gibi, neyi koruyup neyi geride bırakacaklarını bilemez. Gülüş, burada hatırlamanın ve direnişin tek sığınağıdır.
Kimlik
Kundera’nın son dönem romanlarından biri olan Kimlik, yüzeyde bir çiftin, Chantal ve Jean-Marc’ın ilişkisini anlatır gibi görünür. Karakterler birbirlerini sevdiklerini sanarlar ama aslında kimin kimi sevdiği, kimin neyi hayal ettiği giderek belirsizleşir. Gerçek ile fantezi, şeffaflık ile kurgu birbirine karışır.
Kimlik görünürde aldatmanın ya da sadakatsizliğin romanı değildir ama belki de en derin ihanetin işlendiği metinlerinden biridir. Chantal, erkekler tarafından arzulanmayı özlerken, Jean-Marc onun arzulanma arzusuna kapılır. Bir oyunla başlayan olaylar bir noktada kontrolden çıkar.
Kimlik, ihanetin en sessiz biçimini anlatır: Yanı başınızda duran kişiye bile ulaşamamanın, onu anladığınızı sanarken aslında hep bir “ötekiyi arzulama”nın yarattığı görünmez bir mesafe, ihanet ile sadakatin arasındaki belirsiz alana düşer.
Bilmemek
Kundera’nın Fransa’da yazdığı ilk roman olan Bilmemek, uzun yıllar sonra yurtdışından Çekoslovakya’ya dönen bir adamla, onunla geçmişindeki bir kadının yollarının yeniden kesişmesini konu alır. Bazen en derin bağlar bile, artık kim olduğumuzu bilmediğimiz bir geçmişe bağlıdır.
Bilmemek “geri dönmenin imkânsızlığı” üzerine kuruludur. Romanın karakterleri, sadece ülkelerine değil, eski benliklerine de dönemezler. Göç eden sadece beden değildir; zamanla, dil, hafıza, arzular ve hatıralar da yersiz yurtsuz hale gelir. Ve böylece, geçmişteki insanlara ve geçmişteki kendimize karşı bir tür ihanet doğar; zorunlu, kaçınılmaz, sessiz bir ihanet.
Henüz abone değilseniz, YouTube Kanalıma beklerim efenim.