Evlilikler Neden Bitmeli?
Boşanmanın gerçekleşmediği bir evlilik sadece iki kişiyi değil, neredeyse tüm toplumu mağdur ve mutsuz ediyor. Berkun Oya'nın dizisi Kuvvetli Bir Alkış bu argümana epey malzeme sunuyor.
“Şair burada ne demek istemiş?” sorusuna verilen cevapları şairler görseler kendilerini keserler. Yorumcunun, şiirden çıkardığı ama şairin aklından bile geçmeyen anlamlar o satırların sahiplerini bile şaşırtır. Dizi film yorumlamanın da böyle bir tarafı vardır. Film eleştirisinde en başta karar verilmesi gereken şey, filmdeki anlamı ararken neye bakacağımızdır. Yönetmenin, senaristin muradı olan, bilinçli yerleştirmelerle verilmek istenen mesaja mı odaklanacağız yoksa filmin evreninde yaratıcıları istemese de var olan anlamama mı? Ben yazarken, en azından akademisyen olmadığım için bu düalizme takılmadan gördüğümü yazıyorum, kimi zaman bilinçli yerleştirilen mesajlara kimi zaman filmin evreninin ortaya döktüğü anlama odaklanıyorum. Film okumak benim için deneme yazmaya kapı aralayan bir vesile. Berkun Oya’nın son dizisi “Kuvvetli Bir Alkış”ı da biraz böyle okudum.
“Kuvvetli Bir Alkış”ın gözümüze soktuğu mesaj şu: Anne karnına geri dönme isteği. Absürt bir yapım olduğu için bu mecazı dizinin evreninde fiziksel gerçeklikle buluşturuyor. Bu açıdan diziye bakmak isterseniz @mervethespikolog’un gönderisine mutlaka bakın, meseleyi Erich Fromm’dan hareketle, tam da bu metafor üzerinden çok güzel okumuş.
Fakat ben dizide başka bir şeyin peşine takıldım. Tabii öncelikle şu uyarıyı yapmalıyım, bu yazıyı okurken, benim bekar olmaklığımdan mütevellit ahkam kesmekte rahat davrandığım gerçeğini hatırınızda tutmanızı rica ederim.
İnsan doğmayı, hayata başlamayı kendi seçemiyor. Kendi seçmediğimiz bir hayatı yaşamak ne kadar mümkün ve anlamlı? Eğer hayat dedikleri buysa, ya hiç başlamamalı ya da başladığı yere geri dönmeli.
Dino Buzzati’nin kült eseri Tatar Çölü’nün kahramanı Teğmen Drogo şehir hayatını bırakıp atandığı çöl kıyısındaki kaleye giderken için hiç rahat değildir. Zorlu bir yolculuk geçirir ve kaleye varır. Bu yolculuk bir çeşit doğum ve yeni hayat alegorisidir. Drogo kaleye vardığı ilk andan itibaren aslında geri dönmek ister. Fakat çeşitli mantıklı bahanelerle bir süre kalmaya karar verir.
Kalede geçirdiği birkaç günden sonra annesine bir mektup yazmak için kalemi eline alır. “Sevgili anneciğim, iki günlük zorlu bir yolculuktan sonra bitkin bir halde kaleye vardım. Kale iç karartıcı bir yer, hiçbir eğlence ve neşe kaynağı yok.” yazmak ister. Fakat mektup şu cümleyle başlar: “Sevgili anneciğim, harika bir yolculuktan sonra kaleye vardım. Kale müthiş bir yer. Özet olarak çok mutluyum ve iyiyim.” Sürekli kaleden kaçma isteği ile mücadele ediyor fakat, buraya kısılıp kalma hissini ilk defa ciddi olarak hissettiği an bir şeyi fark ediyor: Sanki geldiğiniz yolda, arkanızdan bazı kapılar kapanıyor ve geri dönme imkanlarınız tükeniyor. Geçmişe dönmek imkansız, kapılar sadece diğer taraftan açılıyor, siz bu taraftasınız ve kaybedilen zamanın telafisi mümkün değil.
Sinemada bir filme girdiniz, yarısında sıkıldınız, hoşunuza gitmedi. Bilet parasını geri alamayacaksınız ve geçen zaman boşa gitmiş olacak. Bu kayıp hissinden kurtulmak ve para kaybetmiş olmamak için sıkıcı bir filmi izlemeye devam ediyorsunuz. Okuduğunuz bir kitabın yarısına geldiğinizde de aynı şeyler oluyor. O kadar sayfa okudum, zaman verdim, bari bitireyim diyorsunuz. Batık Maliyet Yanılgısı deniyor bu duruma. Bir kaleye subay olarak atandınız, kale çok iç karartıcı, hiç mutlu değilsiniz fakat o kadar okul okumuşsunuz, emek vermişsiniz, görev yapmaya devam.
Evlenmişsiniz, onca yıl geçmiş, çocuk olmuş ama ilişkide sorun var, bir sıkışmışlık içindesiniz. Evet, batık maliyet yanılgısı kararınızı etkiliyor, devam ediyorsunuz.
Hepimiz ebeveynlerimizin mağdurlarıyız ve çocuklarımız da bizim mağdurlarımız olmaktan kurtulamayacak. Ebeveynlerimiz de kendi ebeveynlerinin mağdurlarıydı. Bu döngüden kaçış yok. Biz aslında çoktan bitmiş olması gereken evliliklerin içinde büyüdük, ben hiç evlenmemiş olsam da etrafımdaki birçok evliliğin de bitmesi gerekirken çocuk büyüttüğüne şahit oluyorum. Çocuk büyüttüğüne, sosyal ilişkilerini devam ettirdiğine ve bu esnada yaşanan mağduriyetlere…
Bu çok beylik, üsttenci bir tavır olabilir, bir ilişkiyi bitirmek kolay değilken onca başka değişkenin daha girift hale getirdiği bir evliliği bitirmek kat be kat daha zordur. Fakat bu durum “sağlıksız bir ilişki içinde debelenen aile bireyleri gerçeği”ni değiştirmez. Evlilikler içerisinde aile bireyleri, psikolojik olarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ödül bedel dengesi değişiyor, bazen ödüller bazen bedeller öne çıkıyor. Zaman ilerledikçe ödüllerin bedellere değmediği kanaati ağır basıyor. İşte bu nokta bireyler, bir çıkmaz olduklarını fark ediyorlar.
Yolun çıkmaz sokak olduğu artık belli fakat tam olarak sokağın sonu görünmüyor, bitiş noktası karanlık. Dönmek için geç, epey yol almış oluyorsunuz; geri dönmek artık çok zor, çok maliyetli, göze almak kolay değil. Haliyle mektupta “Kale çok güzel, çok mutluyum.” yazıyorsunuz.
Sağa sola bakınırken sokağa açılan ara sokakları fark ediyorsunuz. Yol üstünde nereye açıldığı meçhul, kimi tekinsiz, kimi parlak kimi karanlık yan yollar... Bu ara sokaklara dalıp, korkup, belki tehlikelerle karşılaşıp yeniden ana sokağa, en azından bildiğiniz, nispeten güvenli yola geri dönüyorsunuz. Bazen de sokak bir noktada kendiliğinden yeniden ana sokağa bağlanıyor. Ara sokaklar geçici çözümler. Ana sokakta ise geri dönmek zor.
Esasen hikâyenin en başına dönemeyiz zaten. Fakat köprüden önceki son çıkışa kadar dönüp, köprüye girmeden diğer yoldan devam edebiliriz. Bir gayret göze alınması gereken köprüden önceki son çıkış ama o da kolay değil. Tüm bu muhasebe esnasında bile bir bakıyorsunuz yıllar geçmiş, sokakta geldiğimiz yol kadar bir mesafeyi de bunları düşünürken almışız.
Gelelim bu uzun ve zor yürüyüşün etrafa saçtığı radyasyonun mağdurlarına.
Bağlanma teorisi, John Bowlby tarafından geliştirilen psikolojik bir kuram. Bu teoriye göre, çocukluk dönemindeki ilişkilerimiz, yetişkinlikteki ilişkilerimizi şekillendiriyor. Bağlanma, insanların özellikle yakın ilişkilerde güvenlik, konfor ve koruma arayışı içinde olmaları durumunu ifade ediyor. En belirleyici etken bebekken ilk bakım verenin, anne baba veya her kimse, bebekle geliştirdiği ilişkide yatıyor. Dört ana bağlanma stili vardır: Güvenli, Kaygılı, Kaçıngan ve Korkulu-Kaçıngan Bağlanma.
Güvenli bağlanma gerçekleştirebilmiş birey, iletişimi açık tutar ve eşine duygularını, endişelerini ve ihtiyaçlarını dürüst bir şekilde ifade eder. İlişkideki sorunları çözmek için ortak çözümler bulmaya çalışır. Sorun hala çözülmemişse, ilişkinin sağlığını ve kişisel mutluluğunu korumak için karşılıklı saygı temelinde bir ayrılık için hemen harekete geçer.
Kaygılı bağlanmış birey, partnerine aşırı bağımlıdır, onaylanma ihtiyacı had safhadadır, sevildiğine dair sürekli bir güvence arayışı içinde olur. İlişkideki sorunlara tepki olarak kıskançlık, sahiplenme gibi tüm hisleri tutkulu bir şekilde yaşar ve bunları ilişkide daha fazla gerilime yol açacak bir hale getirir. Sorun hala çözülmemişse, ayrılmak yerine ilişkiyi sürdürmeye daha meyillidir, çünkü ayrılık büyük bir kayıp ve terk edilme korkusunu tetikliyordur.
Kaçıngan bağlanmış birey, duygusal olarak mesafeli olur ve çatışmalardan kaçınmayı tercih eder. Sorunları görmezden gelme veya inkar etme eğilimindedir. İlişki içindeki sorunlarla yüzleşmek yerine işe veya hobilerine daha fazla zaman ayırır, hobilerinde kaybolur. Sorun hala çözülmemişse, ilişkiden duygusal veya fiziksel olarak çekilme yolunu seçer, kendine döner, içe kapanır ve dışarıya olan biteni sezdirmeyerek içindeki kuytu ve güvenli alanda kaybolmaya çalışır. Ayrılığı da çoğunlukla sorunlardan kaçınmanın bir yolu olarak görür, o sorundan da içine kapanarak, hobilerinde boğularak kaçar.
Korkulu-Kaçıngan başlanmış birey, en vahim halimiz. Hem yakınlık kurmak isteyen hem de reddedilme korkusu taşıyan karışık duygular yaşar. İlişkide baştan sona tutarsızdır. Duygusal yakınlığı karşı tarafın alanlarını işgal edecek derecede abartır ama karşılık aldığında tepkiselleşip kopma noktasına varacak derecede uzaklaşır. Sorun hala çözülmemişse, büyük bir içsel çatışma yaşar. İlişkide kalmak ve ayrılmak arasında gidip gelir, aynı gün içinde ayrılıp sonra geri ilişkiye döner, hem de bunu defalarca yapabilir. İlişkiyi sürdürmek veya sonlandırmak kararı genellikle büyük bir içsel mücadele demektir. Sonuç ayrılık olsa da kalmak olsa da büyük bir yıkım olarak gerçekleşir.
Bunlar arasında güvenli bağlanma muhtemelen bir mit. Gerçek dünyada rastlanamayan bir anlatı kahramanı. Toplumun büyük bir kısmı diğer üç sorunlu bağlanma tipinden biriyle hayatına devam ediyor. Şahsen etrafımda hiç güvenli bağlanma gerçekleştiren birey gördüğümü hatırlamıyorum. Kendimi tarttığımda kaçıngan bağlanmaya yakın olduğumu fark ediyorum, zaman zaman da korkulu-kaçıngan bağlanma tepkileri verdiğimi düşünüyorum.
Aslında durum çok vahim değil, teorik olarak bağlanma stilleri yetişkinlikte değiştirilebilir. Fakat mesele şu ki hiçbirimiz yetişkin değiliz, hepimiz büyük bedenlere hapsolmuş problemli çocuklarız. Kuvvetli Bir Alkış’ın üç ana karakteri, baba, anne ve oğul da bu döngüye hapsolmuş bireyler. Bir evlilik var ve çift bu evlilikte kaybolmuş durumda. Herkesin karakterlerde ve dizideki çıkmazlarda kendinden bir şeyler bulmasının temelinde, esasen bu bağlanma problemlerinin doğurduğu çözümsüzlükler yatıyor diye düşünüyorum. Boşanmanın gerçekleşmediği bir evlilik sadece iki kişiyi değil, neredeyse tüm toplumu mağdur ve mutsuz ediyor. Diziyi izlerken senarist ve yönetmen Berkun Oya’nın yerleştirdiği mesajların yanı sıra, dizinin evreninde var olan bu meseleyi de net bir şekilde görebiliyorsunuz.
Yazıyı çok beğendim. Emeğinize sağlık. 89 luyum bizim jenerasyonda ben de güvenli bağlanmış bir birey görmedim. Yeni nesilde durum nasıldır bilemiyorum.
çok güzel yazmışsınız. yazınızda kendimi buldum. evlilik, dönülmesi imkansız bir yolculuk gibi. bitirmek zorundasınız.